İnsanın tüketim meftunluğu
Schivelbusch, üretim, kullanım, yaratma ve tüketim anlayışı bağlamında insanın nesnelere yaklaşımını, tarihsel analizler ve felsefi temellendirmeler eşliğinde açıklıyor.
Wolfgang Schivelbusch, tarihin nasıl yazıldığını anlamaya uğraşırken teori ve pratik birlikteliğini önemseyen edebiyat meraklısı bir sosyolog ve felsefeci. İnsanın davranışlarının, üretimlerinin, başkalarıyla kurduğu ilişkinin ve nesnelere yaklaşımının, tarihin akışının değişiminde nasıl bir rol oynadığını ve tarihyazımına nasıl yön verdiğini anlatıyor kitaplarında. Mesela yolculuk konusuna yoğunlaştığı Demiryolu Seyahatinin Tarihi’nde, on dokuzuncu yüzyılda hız kazanan sanayileşmenin, mekânı nasıl dönüştürdüğünü ve zaman algısını nasıl değiştirdiğini anlatırken trenin bir yerden diğerine ulaşımda kullanılmasının, hem insanın yaşamında hem de ekonomide hangi değişiklikleri tetiklediğini ortaya koyarak tarihi ve kültürü yeniden şekillendirişini yorumlamıştı. Uzak Akrabalar’da ise 1930’lardaki faşist ve totaliter rejimler ile liberal demokrasileri (New Deal’ı merkeze alarak) karşılaştırıp bunların ortak yanlarını sunmuştu bize.
Schivelbusch, politikadan ekonomiye, kültürden insan bedenine dek pek çok konuda bilgiye sahip olarak uygarlık tarihinin kavşak noktalarını, çağlar ve alışkanlıklar arasındaki bağlantıyı, mekânların dönüşümünü, rekabetleri ve yaşamın zamanın ruhu tarafından biçimlendirilişine dair edebî örneklerle, sosyolojik çözümlemelerle ve felsefi temellendirmelerle çıkmıştı karşımıza.

“Tüketim Üzerine Bir Deneme” alt başlığıyla okurla buluşan Nesnelerin Tükenen Hayatı’nda Schivelbusch, insanın eşyaya bakışının sosyolojik ve felsefi tarafına odaklanıyor. Konunun bilimsel, ekonomik ve tarihî yanını da es geçmiyor. ‘Bolluk ve tokluk yozlaşmaya teşvik eder’. Schivelbusch, tüketim tarihine bir katkı yapma amacıyla kaleme aldığı çalışmasında, tüketen insan ile tüketilen nesnenin karşılaşmasının, her şeyden önce bir “yok etme” ve harcama ilişkisi olduğunu vurguluyor. Ardından fayda ve imha geliyor.
‘BOLLUK VE TOKLUK YOZLAŞMAYA TEŞVİK EDER’
Gıdaların tüketimini sindirimle, nesnelerinkini ise kullanımla ve dolayısıyla faydayla açıklıyor. Nesnenin kullanıma ve kendisinden elde edilen faydaya göre şekil değiştirmesi ise tüketimin alametifarikası. Üretken tüketimden nihai tüketime uzanan süreci göz önünde bulundurarak geçmiş-bugün bağlantısı kuran yazar, “tüketme gücü”ne yoğunlaşıyor.
Evrenin oluşumunun yoksunluk ve muhtaçlıkla, yok oluşunun ise bollukla ve toklukla açıklandığı günlerden bu yana tüketim söz konusu. Yalnızca onun biçimi, şiddeti ve miktarı farklı. Schivelbusch, anlatmaya oradan başlarken o dönemden bu yana değişmeyen bir gerçeği hatırlatıyor: “İnsanın üretici güçleri yokluk ve ihtiyaçtan; tüketici, yıkıcı ve yok edici içgüdüleriyse maddi bolluk ve doyumdan kaynaklanır. Etiğin diliyle söylersek yokluk ve muhtaçlık fazilete teşvik eder, bolluk ve tokluksa yozlaşmaya.”
Schivelbusch, ihtiyaç için tüketimden haz için tüketmeye geçiş sürecinde neler yaşandığını felsefeye, tarihe, sosyolojiye başvurarak ve bazı edebî patikalara saparak özetlerken sözü, iktidar ve güç ilişkisine getirip beslenmeden kurban etmeye, hayatın sürdürülmesinden toplulukların sömürülmesine kadar pek çok konuya giriyor. Bir noktadan sonra, üretim- tüketim dengesine ve dengesizliğine varıyor. Dolayısıyla biyolojik yaşam gücünden sanayinin üretim (ve tüketim) gücüne ulaşıyor. Başka bir deyişle sınırsız ilerleme ve büyüme arzusunu, hem tarihsel ve felsefi hem de ekonomik ve bilimsel açıdan yorumluyor. Makineleşme ve endüstrileşmenin, bugün bildiğimiz anlamdaki tüketimin nüvelerini barındırdığını belirtiyor.
Dışlanmışların ‘refah makinesine dâhil edilişi’ üretim ve tüketim dengesini de dengesizliğini de belirleyen şey; insana etrafındaki maddi dünyayı ele geçirip istediğini yapabilme imkânı veren ve onu tüketme olanağı sağlayan, faydalı malların imal edilmesi amacıyla düzenlenen kuvvet, Schivelbusch’a göre yeni bir tüketim çağını muştuluyordu. Yazar bu yeni dönemi ve geleceğe açılan pencereyi şöyle tarif ediyor: “Şeylerin kullanım değerini değil prestij, moda ve statü değerlerini tarif eden tüketimcilik, altının ziynet işlevinin ve paranın altınla takdisinin esas varisi ya da halefidir. Esasen altınla kısıtlanan kurtuluş vizyonunu üretilen tüm malların toplamına yayar, her tüketim eylemi komünyondaki ekmek ve şarap gibi kurtuluş vaat eder.”
Schivelbusch, meta sevgisinin; nesneye, eşyaya, satın almaya ve tüketmeye meftunluğun tarihini anlatırken Eski Yunan filozoflarından günümüzün düşünürlerine ve bilim insanlarına dek uzanan bir çizgi çekiyor. Üreten, kullanan ve tüketen insanın bu zaman dilimi içinde geçirdiği zihinsel evrimi ortaya koyuyor. Başka bir deyişle üretimin hızlanmasıyla daha evvel dışlanmışları “piyasanın refah makinesine dâhil ediliş sürecini” ve ardından kurallarını dayatarak baskın hâle gelen kapitalizmin, işin içine yabancılaşmayı da katarak tüketici kitleyi nasıl yarattığını hatırlatıyor:
“Tüketen, olduğu şekilde kalırken malların miktarı, Marx’ın deyişiyle devasa bir taşkın hâlinde yükselerek onu boğacak duruma gelir. Tüketen için problem, tekil olarak şeyle ilişki kurmasına rağmen o tekil şey, endüstriyelleşme aracılığıyla gözlerinin önünde karakterini, doğasını ve hacmini değiştirir. Ekonomide aşırı üretim sorunu olarak ortaya çıkan şey, psikolojide kendisini meta stresi olarak hissettirdi. Bununla kastedilen, tektipleşmiş ve artan miktardaki nesneleri tüketicinin zihinsel manada ‘ele geçirebilmek’ için kişisel olarak sarf ettiği enerjiden başka bir şey değildir.”
Schivelbusch, dünün ve bugünün tüketicilerini karşılaştırıp yeni döneme dair çözümlemeler yaparken zamanımızdaki tüketim kültürünü fikirler ve örnekler üzerinden inceliyor. Üretim, kullanım, yaratma ve tüketim anlayışı bağlamında insanın nesnelere yaklaşımını, tarihsel analizler ve felsefi temellendirmeler eşliğinde açıklıyor.