Haberlerin tarafsız olmasından ümidi kestik, dizilerle bizi
etkilemeye çalışan bir siyasi iktidardan mı korkuyoruz şimdi? Tam
da kamusal alandaki tüm çatışma konularımızı diziler üzerinden
dillendirmeye başladığımız bir dönemde. Bugün ilginizi medyanın
yarattığı ‘etki’ üzerinden başka bir yöne çekme niyetindeyim.
Medyanın etkisi üzerinden inşa edilen kuramsal alanın 100 yıllık
bir geçmişi var. Geçen asır içinde ‘etki’ kelimesi farklı bakış
açılarıyla bolca irdelenmiş. İzleyicinin medyadan gelen mesajlardan
direkt olarak etkilenmesi görüşünden, o kadar da kolay
etkilenmediğini ortaya koyan araştırmalara giden inişli çıkışlı
çalışma alanında ön plana olan izleyici değil içerik çıkar olmuş.
Bir noktada etkiyi yaratan içeriğin (mesaj) daima güçlü olduğu
düşüncesi öne çıkmış. Hatta kuramsal bakış içerikten izleyiciye
döndüğü zaman izleyicinin sanıldığı kadar pasif olmadığı, mesajın
etki yaratmasının da tüm izleyiciler için benzer olmadığı hakim
görüş olmuş ama bugün bile hala izleyicinin her türlü içerikten
etkilendiğini düşünüyoruz. Ancak izleyicinin biricik ve aktif
olduğu görüşü kültürel çalışmalar alanının, kimlik, kültür,
toplumsal cinsiyet çalışmalarının başlangıcına denk geliyor. Bu
köşeyi bir ders alanına çevirip teoriye boğmamak için meraklısına
birkaç okuma önerisini yazının sonuna ekliyorum.
Geçen gün Spotify’da podcast’ler arasında dolaşırken çok
sevdiğim bir seride nasıl oldu da atlamışım dediğim bir kayda denk
geldim. Mirgün Cabas ve Can Kozanoğlu’nun 'Nereden Başlasam'
serisinde popüler kültür başlığının konuğu 2022 yılında
kaybettiğimiz Prof. Dr. Aydın Uğur’du. Aydın Hocamın sesiyle,
sohbetiyle güne başladım, tam da ekranda şiddet konusu üzerine
düşündüğüm sırada ona referansla örneğini paylaşmak isterim.
Medyadaki tüm içeriklerin birer popüler kültür ürünü olduğunu ama
yarattığı etkiyle ilgili kesin bir yargı sahibi olamayacağımızı
kendisini Pikaçu sanıp camdan atlayan çocuğun örneğiyle
anlatıyordu. Tekil örnekler vardır ama 4 yaşındaki çocuk bile
ekranda izlediğinin gerçek olmadığının farkındadır diyordu Aydın
Hoca. Buna katılmamak elde değil, elimizde özellikle çocuklarla
ilgili farklı sonuçlar gösteren çalışmalar olsa da. Etki
tartışmalarında kullanılan en klasik örnek Bandura’nın Bobo Doll
(hacıyatmaz oyuncak) deneyidir. Kontrol grubuyla birlikte bir grup
çocuğa bir yetişkinin oyuncağa şiddet uyguladığı video izletilir.
Videoyu izleyen çocuklar aynı oyuncağın olduğu odaya girdiklerinde
izledikleri yetişkin gibi oyuncağa vururlar, videoyu izlemeyenler
daha az agresif bir şekilde oyuncakla oynarlar. Bu şekilde taklit
ederek öğrenme gelişme çağında yaygın bir davranıştır. Tam da bu
yüzden çocukların ekran başında oldukları saatlerle ve çocuk
programlarıyla ilgili dünya genelinde düzenlemeler yapılır. Ancak
bir yetişkinin televizyon ekranında gördüğü içeriği taklit etmesi
kolay açıklanabilir bir durum değildir. Kaldı ki Bandura’nın deneyi
de zaman içinde yerden yere vurulmuştur.
'Çukur' dizisinin ardından Balat sokaklarına çizilen semboller,
'Kurtlar Vadisi' karakterlerinin cenaze namazlarının kılınması veya
Hürrem kolyelerinin satışa çıkması tam da işlevi olduğu üzere
popüler kültür alanından bir eğlence çıkarmakla ilgilidir. Ancak
mevcut siyasi iktidarın neferlerinden Fahrettin Altun’un "şimdi
sıra kültürel hegemonyaya geldi" cümlesi iktidar medyası ve
hepimizin medyası olması gereken TRT’nin başka bir söylemle tarihi
yeniden yazmaya kalkışmasıyla ve bir de muhafazakarlaşma ekranlarda
daha fazla hissedilince ‘etki’yi irdelemeye başladık. Bu irdeleme
hali eğlenmekten ziyade tedirginliğe ve kimi zaman da eleştirilen
iktidarın sık kullandığı bir yola doğru itiyor izleyiciyi; sansüre.
Bu tedirginlik, umutsuzluk iki tarafın dilini birbirine
yakınlaştırabiliyor. Bu sebeple bizler tartışırken bazı hikayelerin
sansürlenme çağrısı ifade özgürlüğünün kısıtlanması anlamına
gelir.
Hangi dizi kimi nasıl gösteriyor, dindarlar neden iyi,
sekülerler neden kötü tartışmalarına şimdilik girmiyorum.
Dikkatinizi çekmek istediğim konu muhafazakar-seküler tartışması,
ekranda şiddet nasıl gösterilmeli konularının ötesine taşıyor. 'Taş
Kağıt Makas' dizisinde o sahneyi kim yazdı, kim çekti, kim
kurguladı, kim yayınlamayı kabul etti sorularını sosyal medyada pek
çok kez okudum. Bu soruları tekrarlayınca dizinin gösterdiği
atmosfer asıl odağımızı seküler-muhafazakar tartışmalarına değil,
vasatlığın hakim olduğu, en temel ahlaki kuralların yok sayıldığı
bu yeni ortamdaki karar vericilere çevirmemiz gerektiğini
düşündürüyor. Sahi o sahne hangi amaca hizmet ediyordu?
Birkaç okuma önerisi:
Hall, S. Cultural Studies: Two Paradigms. Media, Culture &
Society, 1980, 2, 57-72.
Morley, David. (1992), Television Audiences and Cultural Studies,
Routledge.
Fiske, John. (1987), Television Culture, Routledge.