Prof. Dr. Gözler, Kurbağa Manastırı üyelerinin dört aşamalı bir planın sonucunda iktidarın aparatı haline geldiğini anlatıyor. İlk aşamada saccus ve pecunia (para kesesi ve para) aracılığıyla doğrudan müdahaleye ihtiyaç olmadan etkileme gerçekleşiyor: Şöyle söylüyor Perfectus Belaslatinas: “Efendimizin para kesesi olmadığına inan biz rahipler, paraya ne kadar da düşkünmüşüz.”
Türkiye’de bilim özgürlüğünü, daha doğrusu bilim insanlarının
bilim özgürlüğü karşısında konumlarını ele alan farklı türde iki
eserden bahsedeceğim. İlki, Türkiye’de devletin bilime çizdiği
kadim sınırı aşan ve aştığı sınırın gerisine hiç dönmeyen Dr.
İsmail Beşikçi’nin kitabı. “Söz Konusu Vatansa Bilim
Teferruattır” başlığını taşıyor. Anı türünde. İkincisi,
Perfectus Belaslatinas’ın (Prof. Dr. Kemal Gözler mi desek?)
halimizi ortaçağa tercüme eden, o tercümenin içinden bize seslenen
bir eser. Sanatsal bir türe daha yakın. Üst üste ve planım
dahilinde olmadan bu iki eseri okumak yetmedi, ardından Doç. Dr.
Meltem Kayıran’ın görevine dönmesini sağlayan yürütmeyi durdurma
kararının üst mahkemece bozulması geldi. Kurbağa
Manastırı’nda yirmi yıl geçirmiş ve bir discipula
historia yeni maceralara atılmış biri olarak yazmasam
olmayacak.
İki eserin ortak noktası bilim özgürlüğünden ziyade, bilim
insanlarının ya da üniversite üyelerinin bilim özgürlüğü
karşısındaki konumları. Yazarların birbirlerine ne çalışma alanları
ne de dünya görüşleri bakımından yakınlıkları var. Fakat bilim
özgürlüğüne karşı bilim insanlarının konumlarının üniversite
fikrini nasıl yok ettiğine ilişkin ortak bir perspektifi görmemizi
sağlıyorlar.
Dr. Beşikçi’nin anılarının en çarpıcı yönü araştırmalarına,
yazdığı kitaplara, sunduğu tebliğlere karşı mülki idare
amirlerinin, cezaevi müdürlerinin, savcıların ve hakimlerin değil;
üniversite mensuplarının tavırları. Dr. Beşikçi, sosyal yapı
çalışmalarında bir olguyu, Kürtlerin ve Kürtçenin varlığını tespit
ediyor. Üniversiteye devlet tarafından çizilmiş sınırların farkına
varması, üniversitede Kürtler hakkında bir sosyolojik eser üretilip
üretilemeyeceğini görmesi, ilk elde savcıların ve kolluğun
tavırlarıyla değil, meslektaşlarının bu konuda çalışmalar
yapmamasını tavsiye etmesiyle oluyor. Bilim özgürlüğüne getirilen
sınır, siyasal olarak çiziliyor ama bu sınırı içselleştiren
meslektaşlar topluluğunun tavrıyla kurumsallaşıyor. Meslektaş
tavrı, Dr. Beşikçi’yi korumaya dönük tavsiyelerden insani ilişki
kurmamaya ve ihbarlara kadar uzanıyor. Bilimsel bir incelemeye
neyin konu teşkil edip neyin etmeyeceğinin siyasal kararlarla
tespiti ve siyasal güçlerce uygulanması bilim özgürlüğü bakımından
temel ihlallerden biri. Fakat bu ihlali sürekli kılan, onu
kurumsallaştıran üniversite kapısından neyin geçip neyin
geçemeyeceğini asıl belirleyen bu siyasal gücün karşısında bilim
insanının tavrı. Siyasal olarak çizilmiş sınırın dışına çıkan bilim
insanının bu sınırı koruyan meslektaş ile karşılaşmasının
doğrudanlığını Beşikçi’nin dolaysız anlatısının içinden okumak
üniversite ideasının imkânsızlığı kadar çekiciliğini de gözler
önüne seriyor. İmkânsızlık meslektaşlar topluluğunun
içselleştirdiği sınırlarda; imkân ve bu imkândan kaynaklanan
çekicilik gerçeği bulmaya yönelmiş hevesin sınır tanımamasında
yatıyor. Türkiye’de üniversite fikrinin içinde bulunduğu açmaz
bağlamında, birçok defa imkansızlığın galebe çalmasına karşı
ideanın hale cazip olmasının nedeni bu sanırım.
Prof. Dr. Kemal Gözler’in ya da Perfectus Belaslatinas’ın eseri,
bizim kuşağımızın üniversitesinin siyasal iktidarın aparatı olma
öyküsünü anlatıyor. Müthiş kurgu ve alegorilerle, önce bugünü
ortaçağa tercüme eden ardından da ortaçağ metninin ruhunu koruyan
bir tercümeyi sunan bir sanat yapıtı okuyucuya sunulan. Kurbağa
Manastırı, Latincesi ile Abbatia Ranae, Türkiye’nin
son yirmi yılında yaşanan üniversiter yıkımı ele alıyor. Biçimdeki
yaratıcılığa hayran kalmamak elde değil. İçerik bakımından da
üniversitenin hükümetin aparatı haline nasıl geldiğinin özlü bir
öyküsünü aktarıyor. Metne yazdığı sunuşta sorduğu, “Kurbağa
Manastırı acaba kurbağaların çok olduğu bir su kenarında mıydı ya
da Manastırın içinde çok kurbağa mı vardı ya da genel olarak
dönemin manastır düzeninin genel bir adı mıydı?” gibi sorular
metinde anlamını buluyor.
Manastırların özerkliğinin yok edilerek karanlığın galebe
çalması, rahiplerin inquisitio’dan (engizisyon) geçmesi,
haeresis (sapkınlık) ile suçlanması,
excommunicatio’ya (topluluktan dışlanma) uğraması ve
decratum pontificale extra ordinem (fevkalede pontifikal
kararname) ile expulsio (ihraç) edilmesinin yarattığı
yıkım karşısında rahiplerin sessizliğinin ve teslimiyetinin kurbağa
metaforuyla anılmasında şaşılacak bir şey olmadığını metinde
görüyoruz. Sessizlik çaresizliği getiriyor, çaresizlik de güç
kullanarak yapılan haksızlıklar karşısında haksızlığı yapanla uyum
göstermeyi.
Prof. Dr. Gözler, Kurbağa Manastırı üyelerinin dört aşamalı bir
planın sonucunda iktidarın aparatı haline geldiğini anlatıyor. İlk
aşamada saccus ve pecunia (para kesesi ve para)
aracılığıyla doğrudan müdahaleye ihtiyaç olmadan etkileme
gerçekleşiyor: Şöyle söylüyor Perfectus Belaslatinas: “Efendimizin
para kesesi olmadığına inan biz rahipler, paraya ne kadar da
düşkünmüşüz.” Birinci aşamada üniversitede para ve paraya dayalı
imkanlarla kurulan ödül ve ceza mekanizmalarının nasıl
kullanıldığını ortaçağ dilinin içinden okuyoruz. İktidara yakın
olanların kadrolarını nasıl aldığını, araştırmalarına nasıl destek
bulduğunu, böylece iktidarla yakın ilişki kurmak için rahiplerin ve
manastırların (siz akademisyenler ve üniversiteler diye okuyun)
nasıl etkilendiğini görüyoruz.
(Bu birinci aşamayı Kurbağa Manastırı’ndan yolu geçen hangimiz
deneyimlemedi? Şu rektör adayı kadroları sağlayacak bu rektör adayı
destekleri bulacak diyen arkadaşlarımızı duymadık mı? O rektörler,
seçilmiş dekanlarımıza karşı operasyonel araçlar olarak
kullanılmadı mı? Asistanlığında akademik meziyetleri yetmediğinden
hoca çantası taşımakla övünen profesörün parasal ya da kadrolara
ilişkin imkanları sağladığı için koca koca hocalarımızca Senato’ya
seçildiğine şahit olan birisi olarak söylüyorum. Şimdilerde eski
senatör, rektör yardımcısı olarak devletimizin âli çıkarlarını
korumak için meslektaşının üniversiteden atılması uğraşı veriyor.
Atanmış ekibi ile Fakülteyi yönetiyor. Sonra ne oluyor, Siyasal
Bilgiler Fakültesi sıradanlaştı diye veryansın ediliyor riyakarca.
Ya ne olacaktı? Yöneticiler aynaya baktığında Kamu İhale Kurumu
memurlarından farklı bir akademik meziyet mi görüyorlar yüzlerinde?
Böyle bir ihtiyaçları mı var?)
Kurbağa Manastırı, Perfectus Belastinas. (Çeviri: Kemal
Gözler) 128 sf. Kırmızı Kedi Yayınları, 2021
İkinci aşamada siyasal gücün manastırların istemediği ama yine
manastır içinden ittifaklarla seçilebilecek adayları nasıl
seçtirdiğini görüyoruz. Bu aşamada atanan başrahipler iktidarla
uyumlu oluyor, muhaliflere karşı güç kullanmaktan, soruşturma açıp
ceza vermekten geri durmuyorlar. Dolayısıyla güç aşamasına geçilmiş
oluyor.
Üçüncü aşamada, henüz fevkalede pontifikal kararname çıkmadığı
için doğrudan atama yetkisi kullanamayan siyasal gücün yanında
durmuş ikinci aşamada atananlar yeniden seçileceklerini ve
atanacaklarını düşünüyorlar. İktidarın her istediğini yapmış ve bu
defa en çok oyu almış olsalar da yerlerine iktidarın doğrudan
desteklediği adaylar anlam veremedikleri biçimde geri sıralardan
atanıyor. Çünkü üçüncü aşama bağlılık dönemi. Bu dönemde artık
üniversiteler iktidara tam anlamıyla bağlanıyor.
Dördüncü aşamada ise seçimi kaldıran fevkalade kararname
yayımlanmış durumda. Üçüncü aşamada iktidara bağlı yöneticiler
yeniden atanacaklarını düşünüyorlar fakat atanmıyorlar. Çünkü artık
doğrudan iktidarın militanlarının başa geldiği döneme girmiş
oluyoruz. Bağlılıktan aparatlık aşamasına da böyle geçiliyor.
Prof. Dr. Gözler’in tercümesi Quae fideliter obsevata
diligenter narratur (Aslına sadık şekilde gözlemlenmiş ve tamı
tamına anlatılmıştır) ifadesiyle başlıyor. Üniversitenin bir kurum
olarak aparatlaşmasının bu fevkalade anlatısında da asıl rol
üniversite üyelerinde olduğunu kavrıyoruz. Manastırın adı bu yüzden
Kurbağa Manastırı. Burada Prof. Dr. Gözler’in her iki tercümeyi
yapan müellif olarak ortaçağ metninin boş sayfalarını hayal gücüyle
doldurduğu yeri işaret etmek gerek. Belki onun uzun deneyimine
karşı daha genç bir meslektaşının umuduyla…
Boğaziçi direnişi, her şeye rağmen sürüyor, üniversitenin
açmazının yer aldığı sınırda…