Üç yıl olmuş, ne çabuk…
Telefonda Gazete Duvar Genel Yayın Yönetmeni Barış Avşar’ın samimi,
dost sesi… “Bizde yazar mısın” demişti. Yazdım. Üç yıl boyunca
huzurla, rahatlıkla yazdım. Ne istiyorsam yazdım… Dünyanın ve
memleketin gidişatına dair yazdım, bugünümüze ve geleceğimize dair
yazdım, elimizden akıp giden zamana dair yazdım… Sadece köşe yazısı
değil; deneme ve hikâye de yazdım. Hiç kimse yazdıklarıma
karışmadı, sadece desteklediler. Bir yazar için ne büyük bir
lüks…
Bir şey yazmak kadar, nerede ve
kimlerle yazdığın da önemlidir. Ben Gazete Duvar’ın tüm
emekçileriyle çalışmaktan çok mutluydum. Muhabirler, editörler,
gececiler… Yazılarımı teslim ettiğim ama hep geç teslim ettiğim ve
hakikaten ve maalesef fazla mesai harcattığım, kendisi de çiçek
gibi yazılar yazan Beyhan Sunal… Birçoğu arkadaşım da olan
yazarlar. Aynı gün yazıyoruz diye sevindiğim, ölümüyle hepimizi
sarsan Ahmet Tulgar...
Güzel bir yerdi Gazete Duvar.
Güzel umutları yaşatan bir yerdi. Bizi yaşatanlara dair nedense az
yazılır, onlar nedense az anılır, buraya son defa bir şerh düşmüş
olayım. Yaşatan bir yerdi…
Bir de bu güzel umutlara kast
edenler var… Bunlar hakkında da burada defalarca yazdım. Bir daha
ve burada son defa yazmış olayım. İçinde yaşadığımız yeni çağ,
bugünün dünyası belki ferah, belki zengin görünüyor. Ama değil.
Gidişat ferahlığa ve bolluğa doğru değil. Öylesi böylesi tartışılır
ama Gazete Duvar’ın da içinde yaşayıp ölmüş olduğu habercilik
ekosistemi artık bizlerin, habercilerin, gazetecilerin, yazarların,
dünyanın nereden gelip nereye gittiğini sizlere anlatmak
isteyenlerin rahat nefes alacağı bir yer değil. Yeni ekosistemin
kuralları artık algoritmalar ve bu algoritmalara hükmedenler
tarafından konuluyor. Bağımsız kalmak her zaman bir seçenek. Ama
bağımsızlığın maliyeti de her geçen gün artıyor. En büyük maliyet
gazetecilik emeğinin reel piyasalardaki ederinin azalması… İçinden
sadece gerçekleri yazmak gelenler hayatlarını bu yoldan
kazanamadıkça, başka hayatlara savruldukça, muktedir de ellerini
ovuşturuyor.
Bu yeni dünyayı kuranlar
muhtemelen çok iyi niyetliydi; dünyada her sesin duyulacağı,
herkesin herkesi göreceği, fark edeceği; herkesin herkesle bir
araya geleceği bir dünya hayal ediyorlardı. Olmadı. Bu yeni dünya
bambaşka…
Gazete Duvar’ı da işte içine
doğduğu bu yeni dünya öldürdü. Bu dünyanın zemini birdenbire
değişti çünkü. Kayganlaştı.
Bugün dünyanın her yerinde yeni
diktatörlükler kuruluyor. En “burada olmaz” denilen yerlerinde
bile… Algoritmalar gazetecileri işten attıkça; sosyal mecralar bir
sözü olanların sesini boğuntuya getirdikçe bu diktatörlük
pekişecek. Dünya da tatsızlaşacak. Kötü haberciliğin ortadan
kalkması bile tadını kaçıracak dünyanın. Çünkü kötü de iyinin
ölçüsüdür. İnsanız, hepsine ihtiyacımız var. İyi habere, zamansız
analize, derin düşünceye, tesadüfe… Vasatlığa bile. Elimizdeki
çıtayı nereye koyacağımızı görmemiz lazım. Görebilecek
miyiz?
Alanımız daralıyor. Zaman
daralıyor. İlginç olan, algoritmalar çok şeyi örtüyor, göstermiyor:
Çelişkilerin keskinleştiğini bile… Onları gösteren mecralar bir bir
azalıyor.
Bir de şu: Her şey kötüye
gitmeyecek elbette… Bu yeni dünyanın elverdiği çok güzel örnekler,
işler, çalışmalar göreceksiniz. “Oh be” diyeceksiniz. “Dünya
varmış, o eskiler neydi öyle…”
Ama o görecekleriniz, hatta
şimdiden gördükleriniz hep tek tek örnekler olacak. Yalnız olacak.
İnsanların bir araya geldiği, onlarca, hatta yüzlerce insanın omuz
verdiği, bir arada yaşattığı bir umut olmayacak. Her şey dağınık,
kendi başına ve kendi hesabına olacak...
Emek beraberken daha güzeldir.
Ben sadece dışarıdan yazan biriyim ama Gazete Duvar’da da gördüğüm,
tanık olduğum kadarıyla çok güzeldi. Buradaki emek, çok güzel bir
ekibin emeğiydi. Emek asla kaybolmaz.
Gazete Duvar’ın emekçileri
umarım kendileri kadar iyi, kendilerine yaraşır yeni mecralar, yeni
yollar bulurlar; yeni yollar açarlar.
Zor zamanlardayız. Bir arada
kalalım. Birbirimize sarılalım.